28 Nisan 2012 Cumartesi

Alice in den Städten

"Amerikan Televizyonları'nın zalim yönü, her ne kadar bu da oldukça kötü olsa da, her şeyi reklamlarla kesmesi değil, eninde sonunda bütün programların reklama dönüşmesidir. Bugünün reklamlarında her görüntü, aynı iğrenç ve mide bulandırıcı iletiyi beynimize kazıyor. Bir çeşit övgü dolu küçümseme. Hiçbir görüntü sizi rahat bırakmıyor; hepsi sizden bir şey istiyor."

Wim Wenders'in yol filmleri üçlemesinin ilk filmi olan 1974 yapımı Alice in den Städten / Alice in the Cities / Alice Kentlerde filmi, bir araştırma-izlenim makalesi yazmak üzere Amerika'ya gönderilen Alman bir gazeteci ile Alice adında bir küçük kızın, zorunlu olarak birlikte geçirdikleri bir kaç günün öyküsüdür... (Üçlemenin diğer iki film 1975 yapımı Falsche Bewegung / The Wrong Move / Yanlış Davranış ile 1976 yapımı Im Lauf der Zeit / King of The Road / Zamanın Akışında filmleridir.)Hazırlayacağı yazı dizisi için, Amerikan otoyollarında, motelden motele seyahat eden, birbirine benzer motel odalarındaki televizyonlarda, birbirine benzeyen şeyleri izleyip duran, yol boyunca arabanın içinde radyo programlarını ve programları kesen reklamları dinleyen, elindeki not defterine bir kaç şey karalamaktan öteye yazısını bir türlü yazamayan ama polaroid makinası ile sürekli fotoğraf çeken ve çektiklerinin gördüklerini yansıtmamasından yakınan, bunalan, sıkılan ve sıkıntısını izleyiciye çok güzel aktaran Philip 'Phil' Winter (Rüdiger Vogler canlandırıyor) kimlik bunalımına düşmüş, arayış içinde birisi. Amerikanvari yaşamın sıradanlığı, boşluğu kafasına dank edince, yazısını bitirmeden ülkesine dönmeye karar veriyor ve New York'ta uçak biletini almaya çalışırken, havayolu grevi nedeniyle Almanya'ya uçuşların iptal edildiğini öğreniyor. Almanya'ya gitmek üzere orada bulunan Lisa adında bir Alman kadın ve dokuz yaşındaki kızı Alice (Yella Rottländer oynuyor - tek kelime ile "harika" bu rolde) ile tanışıyor. Grev nedeniyle ancak ertesi gün Hollanda'nın Amsterdam kentine uçabileceklerini öğrenip, yerlerini ayırtıyorlar. Çok fazla İngilizce bilmeyen ana-kıza yardımcı olan Phil, onları bir otele yerleştirip, New York'taki bir kız arkadaşının evine gidiyor. Akabinde kız arkadaşı, geceyi evinde geçirmesine izin vermeyince ortada kalan Phil, ana-kızın yanına dönüyor. Ertesi sabah Lisa, Alice'i Phil'e emanet ettiğini yazan bir not bırakarak ortadan kayboluveriyor! Bir gün sonra Amsterdam'da onlarla buluşacağını söylüyor Lisa notunda. Phil ve Alice'in önce Amsterdam, sonra da Almanya'nın çeşitli kent ve kasabalarında başlayacak zorunlu yol öyküleri de böylelikle başlamış oluyor.
Kendisini hiç bir yere ait hissetmeyen Phil, aslında kendi geçmişine de zorunlu bir yolculuk yapar gibidir, elindeki tek ipucu olan Alice'in büyükannesine ait evin fotoğrafı vasıtasıyla, nerede yaşadığını Alice'in tam olarak bilemediği büyükanneyi ararlarken...
İki saate yaklaşan film süresince sabırsızlıkla nasıl sonuçlanacağını bekliyorsunuz. Film biterken, bir "yol filmi" ancak bu kadar güzel olur diye düşündüm. Phil ve Alice yollardayken onların gözlerine takılan görüntüleri izleyiciye de fark ettirten ve düşündürten bir film yapmış sevdiğim "arızalı" yönetmenlerden Wim Wenders. Bu karelerden birinde, bir Türk karı-koca da şöyle bir "ucundan" giriyorlar kameraya ve hemen çıkıyorlar... Kadın, Phil'in kendisine baktığını görünce, eli başındaki örtüsüne gidiyor ve yüzünü kapatmaya çalışıyor.
Filmden, çok ama çok hoş sahneler belleğimde uçuşuyor halen... Alice ve Phil'in fotomatikte çektirdikleri pozlardaki ruh hallerinin değişmesini aktaran tüm kareler muhteşemdi.Alice ve PhilAlice ve PhilAlice ve PhilAlice ve PhilAlice ve PhilBir de elbette yukarıdan çekilmiş (muhtemelen helikopter ile), trendeki etkileyici son sahne var... Salt bu sahne bile, trenleri daha çok sevmek için yeterli bence !Phil ve Alice trende
Kaçıp gitmek, yollara düşmek her zaman çözüm getirmese de, "yollar öğreticidir" diyerek, Wim Wenders'ı her daim izlemek gerek!